SANAT YAZILARI
RASİM SOYLU
DADA HAREKETİ
(BEN BÖYLE SANATIN İÇİNE………)
Yıllar önce bir yerel yöneticimizin ben böyle sanatın içine tüküreyim diyerek hakaret etmesi o dönem medyasında çok konuşulan bir mesele olmuştu. Beğenmediğiniz veya tasvip etmediğiniz bir sanat eserini aşağılamaya hakkınız olup olmadığı kadar toplumun değer yargılarına ters düşen bir heykelin şehrin göbeğinde hem de parkta sergilenip sergilenemeyeceği de televizyonlarda, gazete ve dergilerde çok tartışıldı.
Ancak kimse dadaistlerin 1915 li yıllarda sanat aleyhtarı anarşist söylemlerindeki hakaretleri gündeme taşımadı. Benzer ifadeleri pek çok dadaist hem de sanat adına söylemişler ve düzenledikleri eylemlerde sanat eserlerini kırıp yakmışlardı.
Birinci dünya savaşının getirdiği maddi ve manevi çöküntünün vebalini ve mesuliyetini yükledikleri burjuva zevki ve anlayışına karşı başlatılan bu hareket zaman zaman sosyalizm veya nasyonal sosyalizmden de güç alarak bir başkaldırıya dönüşmüş ve beraberinde bir sanat akımına dönüşmüştü. Ancak şunu söylemeliyim ki Dada gücünü siyasi muhalefetten alan bir akım değildi. Hareketin siyasi, felsefi veya ahlaki bir dayanağa ihtiyacı yoktu. Hedefinde fazilet, erdem, bilgi, entelektüellik, toplumu eğitmek, yüceltmek veya herhangi bir değere hizmet etmek gibi bir misyonu yoktu. Bu açıdan her şeyi boş vermiş Nihilist ve minimalist bir tavır taşıyordu.
Şair, ressam ve heykeltıraşlardan oluşan bir grup genç sanatçı ve savaş karşıtı 1916 yılında Zürih’te Hugo Ball’in açtığı cafe’de toplandı. Dadaizmin ilk manifestosu burada açıklandı.
Grubun ad olarak hemen orada rastgele açılan bir ansiklopedi de karşılarına çıkan ve bir bebeğin ilk hecelerinden esinlenen Dada kelimesi oldu. Hani bizde de olur ya baba dedi veya dede dedi diye herkes bunu heyecanla bekler ve yaşar. İşte Avrupa da buna benzer bir süreçle başlar dada hareketi. Burjuva entelektüelliğini sarsmak ve alışılmış bütün değer yargılarını yıkmak için yola çıkar dada sanatçıları. Sadece resim veya heykel sanatı değil tiyatro, sinema, edebiyat ve bilhassa kelimeleri rasgele dizerek oluşturdukları saçma sapan şiirlerle de sarstılar burjuva estetiğini.
Dada yozlaşmış Avrupa toplumunun, savaş, toplum, gelenek, din ve sanat gibi tüm yerleşik değerleri protesto etmekteydi. Hatta meşhur bir söylem vardır “eğer Alman askerleri, Fransızları süngüleriyle şişlemeye, sırt çantalarında Goethe'nin kitabıyla gidiyorlarsa, bunu sanat insanlara daha güzel bir dünya vaat ettiğinden yapıyorlardı”. İşte, Dadaistleri en çok kızdıran ve anarşist eylemlere iten de buydu. Yüksek ve güzel’ olduğu düşünülen Sanat'ı üreten ve ona tapan toplumla, I. Dünya Savaşı'na sebep olan toplum ne de olsa aynı toplumdu. Savaş yıllarında sanat sanat içindir demek , Dadaistler için, ikiyüzlülük ve döneklik demekti.
Dada'nın klasik sanat kurallarını inkar etmesi, saçma fakat yeni teknikler ortaya çıkmasına vesile olmuşlardı. Bunlar şiirde anlamsız cümleler de olsa yeni ifade biçimleri, resim ve diğer görsel sanatlarda ise kolaj ve fotomontaj gibi teknikler olmuştur. Bu tekniklerde, fotoğraflar gazete parçaları, ilan ve mektuplar, bildiri ve birbiri ile ilgisi olmayan read made” hazır maddeler bir araya gelerek insanların yüzüne gülen, istihza eden, hatta küfreden söylemleri dışa vurmuşlardı.
Dadanın öncülerinden biri olan Hans Arp bir yazısında: insanın, bütün inanç ve felsefeleri eski bir diş fırçası gibi bırakıp, saçma ve vahşi olan doğallığına dönmesi gerektiğini savunmuş. Akıllı ve mantıklı olmayı politikacılara terk etmeyi önererek, bütün insani değerlerin ve sanatın karşısında olmayı amaçladığını ifade etmiştir.
Tzara'nın 1921'de sahnelediği ‘Gazdan Yürek’ adlı yapıtı, her şeyi alaya alan, kontrolsüz ve mantık dışı yazılmış, tamamen görselliğe dayanan bir oyundu: Kartondan giysilerle yapılmış boyun, göz, ağız, kulak ve kas, sırayla sahneye gelip, üç perde boyunca hiçbir anlamı olmayan şarkılar söylüyorlardı. Örneğin göz, tekdüze bir sesle ‘heykeller, mücevherler, kızartmalar’ sözlerini üst üste yineliyor, ardından ‘sigara, sivilce, burun’ nakaratına giriyordu. Tam anlamıyla bilinçaltı akımı tekniğiyle yazılmış ve sahnelenmiş bu oyunların drama tekniğiyle veya mantıksal bir oyun kurgusu ile uzaktan yakından ilgisi yoktu. Her şey, görüntüde dile geliyordu. Böylece ‘Modernizm’ in en önemli nimetleri arasında görülen akılcılık, aydınlanma, entellektüellik gibi kavramlar, avangard akımlar tarafından sorgulanıyor ve reddediliyordu.
Dada hareketinin Fransa dışında Almanya, Rusya ve Amerika da da temsilcileri bulunuyordu.
Bilhassa Amerikada Avrupadan gelen dadaistlerin katılımı ile çeşitli sergi ve eylemler organize ediliyordu. Marcell Duchamp Dada hareketinin Amerika’daki en önemli temsilcisiydi. Mona Lisa tablosuna bıyık çizerek daha sonra gelişen pop-art akımına da öncülük eden Duchamp günlük hayat içinde hiçbir değer vermediğimiz çeşitli nesnelere imza atarak “insanlara küfür eder gibi” sergiliyordu. Bunun en iyi örneği erkekler tuvaletinin bir objesi olan pisuvardı. Ayrıca lokantalarda şişe kurutmak için kullanılan telden yapılmış bir obje ve çeşitli atık maddelerden yaptığı heykelleri bugün Amerika ve Avrupa’nın modern sanat müzelerinde ilk sırada sergilenmektedirler.
Dada hareketinin bir diğer önemli özelliği, sürrealizmin önünü açması ve hatta temellerini atmasıdır. Dada hareketinin içinde yer alan pek çok sanatçı daha sonraları sürrealist veya fütürist hareketler içinde etkili olmuştur.
60’lı ve 70’li yıllarda gelişen hippi hareketlerine de ilham kaynağı olan Dadaizm ne yazık ki Türkiye de hiçbir etki yapmamış denilebilir. Türk aydını ve sanatçısı Avrupa da ki Dadaistler gibi dolaylı yoldan sanat dilini kullanıp milli değerlere saldırmak yerine en direk saldırmayı tercih ettiğinden Dada ile uğraşacak vakit bulamamıştır veya her şeyi geriden takip ettiğimiz için bizim 68 kuşağı bile dada hareketine yetişememiş ancak 1990’lar da “…..den aşağı Kasımpaşa” sergisi ile Hale Tenger veya çeşitli sansasyonel sergileri ile Bedri Baykam’ın Dada söylemleri “bir sergi açılışında pisuvara işeyerek” Türkiye de modası geçmiş Dadaizm havası estirmeye çalışmışsa da bu komik bir durumdan öteye gitmemiştir.
Birinci dünya savaşı yıllarında ise, Türk milletinde uyanan milli ruh ve duygular, sanatçılarda savaş karşıtı olmak bir yana savaş resimleri ve edebiyatı ile bu duyguların dışavurumunu yansıtmış ve Şişli Atölyesi adı verilen bir sanat grubu oluşturarak milli duyguların gelişmesine hizmet etmiştir. Gücünü geleneksel ahlak ve iman gücünden alan Türk sanatı akademik olarak ta empresyonizm, fovizm, ve kübizm gibi Pariste revaçta olan sanat akımlarının etkisinde yeni gelişmekteydi. 1789 lar da başlayan Romantizm akımının milli duyguları ön plana çıkaran yüceltilmiş ruh ve duygu coşkusu Türk sanatçılarda hala etkisini sürdürmekteydi. Bu sebeplerden Türk Sanatı içinde Dadaizm fazla bir etki yaratmamıştır diyebiliriz.
Bir zamanlar onurlu bir slogan vardı: “Sanat öldü yasasın Dadaizm!”