SANAT YAZILARI
BU BİR PİPO DEĞİLDİR
RASİM SOYLU
Bu bir pipomu deseler herhalde kimse bu bir pipo değildir demeyecektir tabiki Rene Magritte dışında. Aslında Picasso’da buna pipo demez ama bunu ilk olarak Rene Magritte dile getirdiği için bu konuda söz söylemekte ona düşmüştür.
Picasso deyince tabiî ki önce şu meşhur olayı anmadan geçmek olmaz. Bir gün bir sergi kokteylinde şık bir hanımefendi Picasso’ya yaklaşarak duvardaki kübist resim içerisindeki balığa benzer bir soyutlanmaya işaret ederek efendim bu bir balıkmı? diye sorar. Üstat da kibarca gülümseyerek hayır efendim balık değil resim der.
İşte Rene Magritte’nin halis muhlis dört dörtlük gerçekçi bir pipo resmi üzerine adamın gözüne baka baka yalan söyler gibi Fransızca “Bu Bir Pipo Değildir” yazarak vermek istediği mesaj üzerine bir makale değil belki bir sürü kitap yazılabilir.
Nitekim Michel Foucault amcamız böyle bir kitap yazarak, tabii ta o zamanlar bizlere bu konuda abilik yapmıştır. Aslında bu konularda bize söz söylemek düşmez ama Murat Nezir hocamızın yüksek lisans çalışmalarına göz atarken biraz bulaştık bu ecnebi sanatına işte.
Gelelim önce Rene Magritte’ye kimdir ne iş yapar?
1898–1967 yılları arasında yaşayan ve Gerçeküstücülüğe en uzun süre bağlı kalmış ressam olan René Magritte Belçika'da Lessines'de doğdu. Bir küçük burjuva ailesinin çocuğuydu. Bu bilgi niye derseniz? Tarih boyunca Avrupa’da sanatla uğraşmak hele sanatçı olmak bu işin ameleliğini yapan avam tabakasından kimselerin elde edebileceği bir şey değildi. Yani birazcık burjuva sınıfına mensup olmak veya soylu birisinin himayesi altına girmeyi icap ettiriyordu.
Yapıtları felsefi içerikler taşıyan birçok ressamın "fikirler"le bilinçli olarak uğraşmamalarına karşın Magritte, felsefe metinlerini bol bol okuyor ve Hegel'e, Martin Heidegger'e, Jean-Paul Sartre'a ve Michel Foucault'ya hayranlık duyuyordu. Tabiki Michel Foucault’da ona. (Foucault ve Magritte arasında mektuplaşmalar da olmuştur.)
1960'ların ortalarında Magritte, Foucault'nun (Kelimeler ve Şeylerini) okumuştu. Ressamın bu kitaba ilgi duymasına şaşmamak gerekir. Magritte, New York City'de açtığı bir sergiye aynı adı vermişti. İşte ben buna danışıklı dövüş derim.
Foucault şöyle der“ Yukarıdaki bir gerçek pipo aramayın sakın, bu bir pipo rüyası, ama tablodaki sağlam ve şaşmaz desen, evet apaçık bir gerçek olarak kabul edilmesi gereken işte bu desendir.”
Foucault’nun Bu bir pipo değildir resmi için yazdığı bu giriş cümlesi resmi aslında tuvalin ve resmin kalıplarını aşan adeta tuvalden fırlayan bir alegori olarak tanımlıyor. Aklıma buna sürrealist bir mağara alegorisi demek geliyor.
(Mağara allegorisi: ilk insanların , bir mağara içinde yaktıkları ateş etrafına toplanarak duvarlara vuran gölgelerinin hareketlerini gerçek nesneler zannetmeleri misalidir. Platon’a göre bu dünyada gördüğümüz her şey aslında gölgedir. İdeaların gölgesi. İdealar Allahın güzel isimleri.)
Focuault bunu yücelterek bu seviyeye çıkarmış. Bu bir pipo değil. Bu bir fenomen. Gerçekliğin ne kadar gerçek olduğunun veya olmadığının fenomeni.
Dilimiz alışkanlıkla kolayca bu bir pipo derken Focuault bu kolaycılığın Magritte tarafından nasıl altüst edildiğini anlatır bize. Magritte görünen dünyanın ve sıradan olan her şeyin aslında gizemli olduğunu ortaya koymaya çalışır. Sanat alışılmışı yıkmaktır demez mi Picasso. Rene Magritte de bu alışılmışı, kolaycılığı ve ezberciliği yıkarak burjuva estetiğini de tahrip ediyor. Marks’ın dediği gibi sanat öldü yaşasın sanat gibi bir haykırış bu. Yani biraz komünistliğe de bulaşmış doğal olarak. Nede olsa sanatçı.
Her yapıt kendini bir harf kadar anlatırsa, yaratıcısını bir kitap kadar anlatabilir. Belki de bu yapıtta gördüğümüz pipo bizi yapıtın sanatsal yaratımından uzaklaştırarak bu bir pipo deyip geçmek üzere iken Magritte’ni “Bu Bir Pipo Değildir” uyarısı ile gafil kafaya bir tokmak gibi dikkat yeteneğimizi uyandırıyor ve estetik bakış açısı ile sanat yapıtı kavramını ihtar ediyor.
Eric from kişinin kendisi ile olumlu değer işbirliği kazanan kavramların doğruluğuna inancının oluştuğunu varsayar.”İnsan sanatı doğrudan doğruya değil, sanki dolaylı olarak öğrenir” diyerek sanat yapıtını ve sanatçının öğretme otoritesi üzerinde durur.
Her şeye bir sanat yapıtı olarak bakıldığı sürece, çıkarılabilecek anlamlar alışılmışın ötesinde bir yorumu doğuracaktır. Bu bakış açısı felsefenin ana çıkış noktası olan insan nedir? Nereden gelip nereye gidiyor gibi karmaşık ve uzamsal bir sonucu ortaya koyuyor. Her şey görüneni değildir ve göründüğü gibi de değildir. Yunus’un dediği gibi “bir ben vardır bende, benden içeri” tam bunu çağrıştırıyor.
Magritte bu desen ile; resim, imge, görme, okuma, yanılsama ve düş gücü arasında göndermeler yapıyor. Sinemada altyazı nasıl ki aslında bir sanat yapıtı olarak dublaj ile tahrif edilen filmin orijinal haliyle seyretmemizi sağlayan bir anahtar cümle olarak dünyamıza girmiş. Öylede magritte bu pipo deseni altına bir altyazı gibi “bu bir pipo değildir” yazarak sayısız göndermelerine tercüman oluyor. Aslında resmin kendisi bir dil değimli? İşte biz bu dilin yani yapıtı okuma dilinin yabancısı veya şartlanmışı olarak onu yanlış anlama riskine karşı magritte kulağımızı çekiyor. Alt yazıyı oku diyor. Tâbi ki bu bir paradoks. Olumlu bir sonuç çıkartarak okuduğumuz resmi alışkanlığımızı bozarak tersinden okutuyor. “bu bir pipo değildir” diyor.
Bu bir pipo değildir antitezini de peşinden getiriyor. Bu bir pipodur. Aslında bir pipo resmidir ve bize düşen bundan dersimizi almaktır.